bir küçücük kız çocuğu bak duruyor orada hala,
anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...

16 Eylül 2013 Pazartesi

yitik

   


        kaybettiğim cümlelerimi bir sahafta bulsam. kalemden duvarlar ördüğüm ruhumun kırıklarını. halleşsem onlarla. nasıl olduklarını sorsam. nasıl oluştuklarını. özlemerini. yitiklerini, kırıklarını, bitirdiklerini.... onlar da sorsalar dedimi. halleşsek, dertleşsek, sezgileşsek...

        anlam nedir desem; baksalar boş boş.... yansa içim bi' de onlar için...

        ... neyse burada bırakayım şimdilik. ne gayrısını anlatabilirim zira ne de berisini...

      yine geleceğim...

yazma humması



ben geldim yeniden. uzunca olmuş görüşmeyeli. beynimdeki mikrodüzey fikir akımları rahat bırakmıyor yine. yazma humması tuttu. artık buralarda olacak gibiyim. sizi de beklerim... bir çayı bazen; bazen bir tek kelimeyi, bir acıyı veyahut  bazan tek bir an sessizliği paylaşmak üzere...

hoş geldim... satırlar getirdim....

10 Mart 2013 Pazar

ben... yoruldum!


Anlatsam inanmazlar. Ne hikayeler var bende. Ne ağzımın tadı var ne canda huzur demiş ya; o tatta yaşıyorum şu sıralar. Hani bazen bi' acıdan, ağrıdan bahseder de hiç yaşamamışsak; "nasıl bi'şey acaba?" diye aklımızdan geçirmişizdir; hah işte öyle bi' zamanda pişmanlığı merak etmiştim bir zaman. Şimdiyse iliklerime kadar yaşıyorum desem yeridir.
Ayaklarım ağrıyor son zamanlarda sabahları uyandığımda. Bazı zaman da başımın ağrısı geçmiyor günlerce. Bazen de halsizliğim ağrı derecesinde ağırlaşıyor. Ama hiçbiri yer etmiyor şiddeti kadar. Kafamın içinin ağırlığında, tüm ağrılar hafif geliyor şimdi.
Şikayet etmekten pek hoşlanmıyorum aslında. Ama asıl söylemek istediklerim için o kadar geç kaldım ki; şimdi ancak sızlanabiliyorum. Bu yazıyı okuyup ta henüz hayatının baharında olan varsa; onun için yazıyorum şu saturları; ve yalvarıyorum: HAYATTA NEDEN ÖTÜRÜ MUTLUYSAN ONU YAP; yap ki benim gibi saçmasapan bi' yaşama imza atıp sağın solun soluğuna gıpta etme...

işte bu da musiki cinsinden...

5 Haziran 2011 Pazar

yine kapıdayım...

      Kendime uzak düşeli hayli zaman oldu. Bastırıyorum özlemlerimi. Bu değilim ben demeye başlayalı epey oldu, ama hala böyleyim; ben değilim yani...
     Yaşarmayan gözden sığınıyor Elçi. Kalbin sessizliğinden mi yani? Nifak nedir? İmanın karanlık suskunlukla kundaklanmış hali mi? Yoksa kalbe sarılan zincir mi?
     Alıştığım yüzler eskimeye başladılar yine. Kalbim yine o özlemin sızısında... Ah nasıl da yokluğa mahkum ettim varlığımı...
     Mühürleme kalbimi ne olur... Senden gayrı ne yar ne de yer var... Yaksan da kovma; atsan da harlara... Yokluğundan daha marifetli od görmedi hiçbir gönül. Aşkın hayat... Hayy olan sensin, daha iyi bilirsin...
Kendimi itiraf edebilsem. Edebilir miyim ki? Edebilir miyim ki; sen benden daha iyi bilirken beni? Kapama kapılarını; gidecek başka yerim yok...
     Merak ediyorum seviyor musun beni? Sen sevmezsen kimin sevgisini ne yapsın kalbim;ntüm kalpler senin elindeyken? Sevdiklerinin kervanına kat beni...
-----------------------------------------------
     Kurduğum cümlelerin hepsi yalan;
     Sen varken varlıktan bahsetmem yalan...
     Sen varsan ve yoksa şerikin;
     Senden gayrısının varlığı yalan...

20 Mayıs 2011 Cuma

DÜŞ

Birgün bir tuhaf şey şu suya indi,
Geldiği yer ne taş; ne de bir indi.
Bilmedik, neden geldi, neye sevindi;
Dedi: "Şu berrak su benim evimdi".
Yazmadık, okumadık öyle bir şeyi,
Dedi: "Bilir misin o yanık neyi?"
Dedik: "Biliriz; ancak acep o ne der?
Yoluna koyduğu nasıl bir ser?"
Dedi: "O serlerin bilindiği vakit,
Söz namus idi; aşk ise akit.
O vakit odun dahi eğri girmezdi.
Yunus dahi aşkı o vakit sezdi.
Anladı O; Yusuf neden kuyuda,
Ser'i o ana dek neden uykuda.
Bir de mecnun vardı aklı örtülü,
Leyl uğruna açtı o 'ince tül'ü.
Zira açıldı kapı; kilit sürgülü.
Yoksa bülbül arar mı o kızıl gülü?
Duyulmaz ki zaten aşktaki nale,
Sığmaz asumana, girmez hayale.
Niçin sanırsın o ince hale
Mehtaba olmuştur bir zarif kale?
Neden bir vakit sonra fani sevgili,
Tatmin edemez olur bu garip dili?
Neden sanırsın onlara söylenid 'deli'?
Neden yalnız dağ kaldırır bu seli?
Yine gözü kara böyle bir gemi,
Neden Taif'te taşlandı yeni?
Altında berrak su, üstte yelkeni,
Hesabı gül bahçesi, serap dikeni.
İşte beni berrak suydu muradım,
Seni de öylece bir 'deli' sandım.
Baktım lakin verecek değilsin o ser'i,
Yazıktır, sahibine ver o mabedi.
O mabed ki derim yüce gönüldür,
Açacağın yalnız o 'ince tül'dür.
Şimdi gidiyorum, gelemem artık,
Sen dahi kendini o suya sarkıt."
...
Açtım gözlerimi, o da bir düştü.
Bir taş misali denize düştü.
Güneş doğmuş, bu artık yeni bir gündü,
Bu düş de, aşk gibi sırra gömüldü...
(27.08.04 23:35)

30 Nisan 2011 Cumartesi

yol uzun


Yol uzun… bazen sıkılsa da insan; her zaman sıkılma hakkına sahip olamayacağının da bilincinde… Gün gelir, bilinçten de ötelere ulaşır yazdıkların, sorumlulukların… ve sen bir bakarsın ki,sahip olman “gerekenden” çok daha fazlasına sahip olmuşsundur aslında… ve kimi zaman tüm bunları takip de anlamsızlaşmaya başlar… pencerenden gün ışığı arasında kaybolan karanlığa baktığında…

itiraf...


Kaçak duygularım vardı, kaçtığım… Kimselere diyemediğim açıklarım vardı; açlıklarım… ufukların parlayan çizgilerinde bıraktım çoğu düşlerimi ve düşüşlerim bir gün batımına gebe zamanına denk geldi gençliğimin…
Uzunca bir süre bülbül ve altın kafes çalıştım özlem akademisinde. Özlemek yasak meyveden farksızdı sanki; sanki haramdı, haktı ama hak değildi… özlem, aşk cennetindeki sınav; şeytan dürtüsü azap, emre itaatsizlik gibi… yakıcıydı… ama özledik işte yine de özlenesi olmayan yanlarını da maşukun. Ve sonra bir gün ayrılık denen bir yere düşüverdik ansızın ve belki aşkın mahremiyetini bir yaprağın mahiyetine emanet ettik…