bir küçücük kız çocuğu bak duruyor orada hala,
anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...

9 Ekim 2010 Cumartesi

iç çekiş(me)

       Rüzgarına kapılmadan gidemediğin günlerin özllemini ötelere taşıma. Konuşuver birden, aniden at rüzgarlarını kelimelerinin. Dayansın ruhun birkaç dalga vuruşuna da; atıversin tüm 'istemediklerin'i gölünün derin denizleri... Sonra hırsla tek tek hepsini tekrar gönder...
       Kim anlayıverecek de sözlere dökersin bu kadar kırık döküğü? Hangi özlemi hangi özlemeyene 'haklı' saydırabilirsin? Özlediğin kaç 'gömü'nü diriltebilirsin? Aşkın geliş zamanını kaç kez 'tayin' edebilirsin? Kaç kez istenenden 'farklı' olabilirsin? Kaldırsan tüllerini mazinin, kaç yarayı sarabilirsin o perdeden yaptığın bezlerle? Kaç unutulduğuna anımsatabileceksin ki yüzünü? Yüz tane yüzden kaç tane 'asıl' verebildin 'verebildiklerin'e? Kim giderse üzülürsün? Kim kalırsa daha çok mutlu olursun? Deseler ki bağır dök içini, istediğin senindir; söylesene kaç kere 'sen' olabileceksin? Bu dert de seninle ölecekken, kaç fasıl 'ölü' sayacaksın onu; kendi varsayımlarına aslında hiç inanmayarak... Kendini içine kaç kez emanet edebileceksin? Ne kadar saklayacaksın 'gerçek' özlemlerini? Ağlasana! Döksene içini! Neden kilitledin, sürgüledin yalnızlığını? Gelse, 'gel' dese, gelir misin kendine?
      Bakma öyle yüzüme... İçimde yüzlerce düğüm güven verse de, bileklerim acımaya başladığında 'ölüm'ü tercih edeceksin!
     Zorlama, koşma zora! Kolayı tercih ettiğini biliyoruz ikimiz de! İkimizi ikiden hiçe indirgedin... Söylesene konuşan hangimiz?
        Diyemesen de derdinden şuh sözlerini,
        Diyebilmeyi senden söz olsun dile.
        Mahrem eyle elden hissiyatını,
        Yarin gözlerine hapsolsun dile.
        İçinden akıp giden olsa da çok, çok derin;
        Kapat gözlerini, zülüflerine sal yarinin...