bir küçücük kız çocuğu bak duruyor orada hala,
anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...

30 Nisan 2011 Cumartesi

yol uzun


Yol uzun… bazen sıkılsa da insan; her zaman sıkılma hakkına sahip olamayacağının da bilincinde… Gün gelir, bilinçten de ötelere ulaşır yazdıkların, sorumlulukların… ve sen bir bakarsın ki,sahip olman “gerekenden” çok daha fazlasına sahip olmuşsundur aslında… ve kimi zaman tüm bunları takip de anlamsızlaşmaya başlar… pencerenden gün ışığı arasında kaybolan karanlığa baktığında…

itiraf...


Kaçak duygularım vardı, kaçtığım… Kimselere diyemediğim açıklarım vardı; açlıklarım… ufukların parlayan çizgilerinde bıraktım çoğu düşlerimi ve düşüşlerim bir gün batımına gebe zamanına denk geldi gençliğimin…
Uzunca bir süre bülbül ve altın kafes çalıştım özlem akademisinde. Özlemek yasak meyveden farksızdı sanki; sanki haramdı, haktı ama hak değildi… özlem, aşk cennetindeki sınav; şeytan dürtüsü azap, emre itaatsizlik gibi… yakıcıydı… ama özledik işte yine de özlenesi olmayan yanlarını da maşukun. Ve sonra bir gün ayrılık denen bir yere düşüverdik ansızın ve belki aşkın mahremiyetini bir yaprağın mahiyetine emanet ettik…

24 Nisan 2011 Pazar

yaşam üstüne...

Sahip olmakla kaybetmek arasındaki o küçücük ama bazı zamanlar bir ömürle eşdeğer olan anların tadını çıkarmaya çalışmakla geçti belki de yaşam denilen şey... İyi de yaşanmadan nasıl 'yaşam' oluyordu adı? Belki de zaman kaybıdır tüm yaşadıklarımız; yaşam adına ve yudum yudum eksilen yaşamdan adeta... Çoğu zaman da, düşündüklerimizle söylediklerimiz; söylediklerimizle yaşadıklarımız ya da yaşayamadıklarımız arasındaki o dağlar kadar farkı kapatmaya çalışmakla geçti yaşam müsveddesi yaşamlarımız...